Fatih Sultan Mehmet Kime Aşık Oldu? Güç, Duygu ve Devlet Arasındaki İnce Çizgi
Güç ilişkileri insanlık tarihinin her döneminde sadece iktidar biçimlerini değil, bireylerin duygusal yönelimlerini de şekillendirmiştir. Bir siyaset bilimci olarak meseleye bakıldığında, “Fatih Sultan Mehmet kime aşık oldu?” sorusu, romantik bir merak olmaktan çok daha fazlasıdır. Bu soru, devlet yönetiminde duygunun yeri, iktidarın insan doğası üzerindeki etkisi ve bireysel arzuların kurumsal disiplinle çatışması üzerine derin bir sorgulamadır.
Osmanlı’nın kurumsal düzeninde aşk, yalnızca özel bir mesele değil; aynı zamanda gücün nasıl kullanılacağını belirleyen politik bir değişkendi.
—
Güç ve duygunun çatışması: Hükümdarın yalnızlığı
Fatih Sultan Mehmet denildiğinde akla gelen ilk imgeler fetih, güç, disiplin ve zekâdır. Ancak bu simgelerin ardında, sürekli bir yalnızlık vardır. Çünkü bir imparator için “aşık olmak”, aynı zamanda kontrolü paylaşmak anlamına gelir. İktidar, doğası gereği paylaşımı reddeder; aşk ise paylaşımın en saf halidir.
Tarihsel kaynaklarda Fatih’in Gülbahar Hatun ile duygusal bir bağ kurduğu, hatta onunla büyük bir sevgi ilişkisi yaşadığı anlatılır. Bazı tarihçiler ise Bizanslı bir soylu kadına – kimi kaynaklara göre Irene ya da Maria isimli bir prenses – ilgi duyduğunu öne sürer. Fakat siyaset bilimi açısından bu isimlerin önemi, aşkın kimde vücut bulduğundan çok, aşkın iktidar üzerindeki rolünü nasıl şekillendirdiğindedir.
Fatih’in duygusal yönü, yalnızca bir insanın zaafı değil, devlet aklının dönüşüm sürecinin bir göstergesidir. Çünkü o, aşkı bile stratejik bir bağlama oturtabilen bir hükümdardı.
—
Aşkın politik işlevi: Kadın, temsil ve meşruiyet
Osmanlı sarayında kadın figürü, özel alanın değil, kurumsal meşruiyetin taşıyıcısıydı. Bir sultan için evlilik, duygusal değil; siyasi bir eylemdi.
Fatih’in annesi Hüma Hatun yabancı kökenliydi; bu da Osmanlı’nın çokkültürlü siyasal yapısına uygun bir stratejik tercih anlamına geliyordu. Aynı şekilde Fatih’in sevdiği söylenen kadınların çoğu, imparatorluk sınırları dışından ya da diplomatik ilişkiler içinde seçilmişti.
Burada dikkat çeken soru şudur: “Bir hükümdarın aşkı gerçekten duygusal mıydı, yoksa siyasal bir araç mıydı?”
Bu soru, siyaset bilimi açısından “duygusal sermaye” kavramıyla açıklanabilir. Modern teorilerde bile liderlerin karizmaları, seçmenleriyle kurdukları duygusal bağ üzerinden tanımlanır. Dolayısıyla Fatih’in aşkı, yalnızca bir kişiye yönelen duygu değil; halkın, ordunun ve sarayın sadakatini duygusal düzeyde yeniden inşa etme biçimiydi. O, aşkı bir iktidar dili olarak kullanmıştı.
—
Erkek stratejisi ve kadın diplomasisi
Tarih boyunca erkek liderlerin bakış açısı stratejik olmuştur: fethetmek, kontrol etmek, yönetmek. Kadınların siyasal etkisi ise genellikle iletişim ve katılım üzerinden gelişmiştir. Bu iki bakış açısı birleştiğinde, toplumsal denge ortaya çıkar.
Fatih Sultan Mehmet’in döneminde kadınlar, görünürde siyasetin dışındaydı; ama harem, aslında bir devlet laboratuvarı gibiydi. Orada sadece duygular değil, devletin ideolojik geleceği de şekillenirdi. Kadınlar, erkeklerin savaşla elde ettiği gücü toplumsal düzene dönüştürürlerdi.
Bir bakıma Fatih’in aşkı, sadece bir kadına değil, medeniyet kurma fikrineydi. Onun tutkusu, fethedilen topraklara olduğu kadar, inşa edilen kurumlara da yönelmişti.
—
İdeoloji ve vatandaşlık bağlamında aşk
Siyaset bilimi, aşkı genellikle bireysel bir tutku olarak değil, toplumsal bir bağ kurma aracı olarak değerlendirir. Fatih döneminde Osmanlı, fetihlerden bir “devlet”e, oradan bir “imparatorluk kimliğine” geçiş sürecindeydi. Bu geçişte bireysel duygular bile ideolojik anlam taşıyordu.
Fatih’in birine duyduğu sevgi, aynı zamanda “öteki”ne bakışını da belirliyordu. Bizanslı bir kadına duyulan aşk, düşmanı insanileştiren bir adım olabilirdi. Bu anlamda aşk, imparatorluk ideolojisinin yumuşak gücü haline gelmişti. Bir hükümdarın kalbiyle devleti arasındaki mesafe, belki de tarihin en politik mesafesidir.
—
Provokatif soru: Güç duyguyu öldürür mü?
Güç sahibi bir insan gerçekten aşık olabilir mi?
Ya da aşk, gücü dönüştürme potansiyeline sahip midir?
Fatih Sultan Mehmet, duygularını yönetmeyi bilen bir liderdi; ama bu, onların yok olduğu anlamına gelmez. O, duyguyu bastırmak yerine, yönlendirmiştir. Bu da siyasal liderliğin özüdür: duyguyu kurumsal akla dönüştürmek.
Bugünün siyasetinde bile, liderlerin “aşk diliyle konuştuğu” bir gerçek. Ulus sevgisi, vatandaşla duygusal bağ kurmak, halkın güvenini kazanmak—hepsi “aşkın politik versiyonlarıdır.”
Dolayısıyla Fatih’in aşkı, sadece bir kadınla ilgili değil, bir devletle kurulan romantik ilişkidir aslında. O, hem kadına hem imparatorluğa aşık olmuştu; çünkü ikisi de onun kimliğinin iki yüzüydü: biri insan tarafı, diğeri devlet aklıydı.
—
Sonuç: Aşkın ve gücün kesişiminde bir hükümdar
Fatih Sultan Mehmet’in kime aşık olduğu sorusu, tarihin değil, insan doğasının sorusudur. O aşkı kime yöneltmiş olursa olsun, bu duygu onu zayıflatmamış; aksine güçlendirmiştir. Çünkü aşk, bir hükümdarın bile hatırlaması gereken tek gerçeği hatırlatır: güç, insandan gelir.
Belki de Fatih, en çok insanlığın kendisine aşıktı — çünkü fethettiği şehirlerin, yıktığı surların, kurduğu medeniyetin merkezinde hep o vardı: insanın kendisi.
Ve şimdi, bugünün siyasetinde asıl soru şudur: “Aşkı devletin dışında bırakan bir siyaset, gerçekten insanı temsil edebilir mi?”